

'İslâmî gelenekten gelenler muhafazakârlaşıp iktidar olunca, kendilerinden olmayanlara yaşama hakkı tanımamaya başladı'
Ali Haydar Haksal: 'İslâmî gelenekten gelenler muhafazakârlaşıp iktidar olunca, kendilerinden olmayanlara yaşama hakkı tanımamaya başladı
' 
İslami Analiz/Haber Merkezi
Milli Gazete yazarlarından Ali Haydar Haksal, “Ya Sev Ya Terk Et!” Devlet Kültürü başlığıyla yayımlanan yazısında,İslami gelenekten gelen bazı kesimlerin zamanla muhafazakarlaşıp iktidar olunca; sert, katı ve acımasız bir ruha bürünerek kendilerinden olmayanlara yaşam hakkı tanımamaya kapıldığını belirtti. Haksal, bu kesimlerin; Müslüman olma ölçüsü 'Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman' olan ve en temel dayanakları ırk olgusu olan Ülkücülerin ruhuna büründüğünü ifade etti.
Ali Haydar Haksal'ın söz konusu yazısı şu şekilde:
Türkiye; değişimler, dönüşümler ülkesi oldu. Aslında değişim mevcut yapının giderek farklı çevrelerin iktidar erki ile yer ve konum değiştiriyor. Sert, katı, acımasız, kendinden olmayanlara yaşama hakkı tanımama.
Yazımızın başlığını oluşturan ülkücülerin en başat sloganı idi. Aslında bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin özünü oluşturur. Cumhuriyetin ilk on yılında sindirilen ve “on yılda on beş milyon yaratılan” bir gençlik ideolojisi. Bu, ister devletin tek resmi ideoloji partisi olsun ister çoğulcu olsun değişmiyor. Ne yazık ki bu devletin değişmez en temel ideolojisi. Kim güçlü ise devlet adına diğerlerine yaşama hakkı tanımıyor. İslâmî düşünüşe mensup kesimler bu topraklarda istenmediğinden devletin resmi gücü ve yandaşlarınca “şeriatçılar” Suudi Arabistan’a ya da İran’a sepetlenmek istenirdi. Belli başlı sloganlardan biriydi. Hem sağcılar, hem solcular hem de ırkçıların ortak sesiydi. Koro halde farklı ses tonlarıyla seslendirilirdi.
Solcular ise Rusya’ya ya da Çin’e sepetlenmek istenirdi. Ülkücüler kendilerinden olmayan hiçbir kimseye bu topraklarda yaşama hakkı vermek istemez. Irk olgusu en temel dayanakları. Müslüman olma ölçüsü de “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar Müslüman.”
İslâmcıların sanki tutunacakları bir dalları, ayak basacakları bir yerleri yoktu. Çünkü devletin temel düşüncesi İslâm’sız, laik bir insan oluşturma, kendi deyimleriyle “yaratma” felsefesi. İslâmî gelenekten gelenler gel zaman git zaman muhafazakârlaşıp iktidar olunca söz konusu ruha büründü. Sert, katı, acımasız. Kendilerinden olmayanlara yaşama hakkı tanımamaya kapıldı.
İslâm’ın öngördüğü merhamet, sevgi ve insanı kazanma düşüncesinin tam aksi bir durumun oluşumu, giderek kökleşmesi Müslümanlar açısından üzücü bir durum. İslâmî duyarlıktan jakoben bir ruha bürünme mevcut yapının ve sistemin gereği. Bunu değiştirme ve dönüştürme yerine sistemin merkezi oluşu vahim bir durum.
İnsanlık tarihinde genel anlamda karşıtları yok etme, onlara hayat hakkı tanımama, sindirme yaşanagelen bir durum. Krallıklar, faşizan yönetimler, demokrasi sultanları farklı rollerle yer alıyorlar şu dünya yüzünde. Müslümanların yüzyıllar boyu farklı din, kültür, meşrep, mezhep ve ırklara mensup insanlar ile birlikte yaşama kültürü ve düşüncesi yitti. Müslümanlar da karşıtların tutumuna ve bakışına büründü.
İnsanlığın kurtuluşu ancak İslâm’ın evrensel ve kuşatıcı ruhuyla olabilir.
Müslümanlar baskı gördükçe, zulme maruz kaldıkça kendilerine uygun görüleni başkalarına uyarlamaya başladılar. Zalimler gibi zalim olma, acımasız ve merhametsiz olma gibi.
Türkiye düzleminde ulusalcı, ırkçı ruh iyi kökleşti. Muhafazakârlar da buna dâhil. Irklarını önceleme bir tutku. Bunlar siyasal iktidarı koruma refleksi de olsa bürünülen durum ve hâl ırkçı ve ulusalcı. “Tek bayrak”, “tek devlet” sloganları bunun en belirgin yanı. Bu söylem ve bakışta
Müslümanların bütünlüğü yok.
Oluşan yapıyı koruma, mevcutları yeterli bulma, başkalarını öteleme, gereksinim duyamama ağırlık kazanıyor. Bir coğrafyada birlikte yaşama kültürü son buluyor. Müslümanlar adına hareket edenler ve bir mücadelede bulunanların diğerlerine benzemeleri yolun sonu olmasa da umutları tüketiyor. Yıllardır insanlık adına verilen mücadele ve emeklerin boşa çıkmasıdır.
Müslümanların amacı kişileri koruma, onları sulta hâline getirme değil bütün insanlığı kucaklayacak sevgi ve merhamet olma çabası olmalı. Bu düşüncenin hayattan çıkması insanlık adına üzücü.
|