kıtablar ve içerikleri

 

Çalınan Savaş
Kitap Hakkında
Yayınevi : Timaş Yayınevi
Yazar : Hüseyin KARATAY
"Kendisi gibi düşünen insanların kanıyla sulanmış bu toprakları terkedecekti. Nasip olmamıştı işte. Yeryüzü yurttu artık kendisine. İnancını nerede yaşayabilirse, orası toprağı ve evi olacaktı. Miskin miskin, köşe bucak saklanıp solucanlar gibi bir delikte yaşamaktan bu yeğdi. Yahut mücadele edip, hayatı bu mücadelenin akışına bırakmak. Yüce bir davaya bağlanınca anlam kazanıyordu hayat..." Arka kapaktan.
okunmuştur.okunması tavsiye edilir.
 
Kadının Onuru - Mehmet Alagaş
Kadının Onuru 





 
 
Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibi; bir insanı dirilten bütün bir insanlığı diriltmiş gibi olacağına göre, bu ilâhi prensip istikametinde anneler hakkında da gayet açık bir ifadeyle:

"Bir insanı doğuran, bütün bir insanlığı doğurmuş gibidir!..." diyebiliriz.

Bütün bir insanlığı doğurmak!

Bu ifade anneler ve annelik için mübalağalı bir ifade değildir.

Anneler gerçekten bütün bir insanlığı rahimlerinde taşıyan,

Bütün bir insanlığın doğum sancılarını çeken,

Bütün bir insanlığı doğuran,

Bütün bir insanlığı sütleriyle besleyen,

Bütün bir insanlığın altlarını temizleyen,

Bütün bir insanlığı yetiştiren insanlardır. (Kadının Onuru, Mehmed Alagaş)
 
  
  
  
  
Cuma'ya Beş Kala - Mehmet Alagaş
Cuma'ya Beş Kala

 
 
Kaç gündür yolda olduğunu unutmuştu.

bitkin durumda olmasına rağmen, çok halsiz kalmasına rağmen, uykusuz olmasına rağmen ayaklarını zorla sürümesine rağmen durmak ve durdurulmak istemiyordu. çünkü trene yetişecekti.çünkü trene yetişmesi lazımdı. çünkü kutlu ve mübarek trene binmesi ve bu atmosferden, bu zulümden, bu çirkeflikten kurtulması gerekti.

tren düşüncesi aklına gelince tozlu topraklı yüzü tekrar aydınlandı. ayakları tekrar çırpındı koşturmak için. elindeki tesbihin her tanesini çekerken ´yetişmeliyim, yetişmeliyim, yetişmeliyim...´ diyordu. otları ağaçları taşları soğuk nefesiyle okşayan rüzgarın uğultusunda sanki tren sesi duyuyor ve bu endişeyle bu korkuyla daha hızlı gitmek istiyordu.



Sona Son Kala - Mehmet Alagaş
Resmi Büyüt
Sona Son Kala

 
Son yıllarda hızla gelişen olaylar göstermektedir ki, yaşayarak yaşlanan ve küresel ısınma ile ateşi yükselen bir hasta durumuna gelen bu dünya, her geçen gün artan bir ivme ile biyolojik sonuna yaklaşmaktadır.Bu bilimsel realitiye gören fakat kendi hallerine ve yaşantılarına hiç bakmadan dünyadaki bu olumsuz gelişmelerden kaygılanan tüm insanlara ´´dünya için üzülmenize, dünya için kaygılanmanıza hiç gerek yoktur´´ diyoruz.Gerçekten hiç üzülmeyin hiç merak etmeyin ki sizin eceliniz dünyanın eceline bağlı değildir.Çünkü dünya araç insanlar ise amaç olduğu için kalbi bir mutmainlik ile ´´bizim ecelimiz dünyanın eceline değil, dünyanın eceli bizim ecelimize bağlıdır´´diyebiliriz.Nİtekim çok yakın bir zamanda kopacak olan kıyametin asıl hedefi ve asıl nedeni dünya değil, dünya üzerindeki insanlardır.

Küreselleşen emperyalizmin kuşatmasına maruz kalan ve insanlık için kara, kapkara olan bu umutsuz dönem, çok kısa zamanda bazı ayet ve alametlerin açılmıyla başlayacak ve Rabbimizin lutfuyla meydana gelecek olan bu son aydınlanmada insanlar son bir tercihle karşı karşıya geleceklerdir.

Kuranı kerim insanların kaçınılmaz gündemi olacak ve kendilerine göre soyut olan ayetleri inkar edenler Rabbimizin dilemesiyle somutlaşacak olan bu ayet ve alametleri inkar edemeyeceklerdir.Sona son kalanın yaşandığı bu dönemde konuyla ilgili ayeti kerimeleri Rabbimizin lutfuyla sizler de araştırdığınız ve tefekkür ettiğiniz zaman aynı ilahi gerçekliği inşallah sizlerde görebilecek ve kıyameti apaçık bir gerçek olarak burnunuzun dibinde hissedeceksiniz.
 

  
  cumali

- Hocam, son olarak yayınlamış olduğunuz "Cumali" isimli kitabınızı ilgi ve dikkatle inceledik. Roman tarzındaki diğer eserlerinizden daha geniş ve daha genel bir muhtevaya sahip olduğunu gördük. Romanın her bölümü toplumun değişik ke­simlerini mercek altına almakla beraber, Müslümanların bu konulardaki fikri ve ameli eksikliklerini gösterir bir içeriğe sahip. Tabi ki günümüz Müslümanlarının toplumsal ilişkilerdeki otokritiği açısından önemli bir çalışma bu.

Biz öncelikle kitabınıza ismini veren "Cumali" üzerinde durmak istiyoruz. Bu kimlikle vermeyi amaçladığınız mesaj hakkında kısa bir açıklama yapar mısınız!

-Cumali, bu kitap çalışmasındaki önemli karakterlerden sadece biridir. Dolayısıyla bu kitap çalışmasını ismi Akif hoca veya Atakan bey de olabilirdi. Fakat tercihimizi Cumali'den yana kullandık. Cumali genel itibariyle eski fikri yanılgıların günümüzdeki bazı uzantılarına işaret etmektedir. Seksenli yılların ilk yarısında gündeme gelen dar'ul harp düşüncesi, o dönemlerdeki birçok heyecanlı müslümanı Cumali'ye benzer bir kişiliğe yaklaştırmıştı. Bu coğrafyadaki insanların müslümanlar ve harbiler olarak ikiye ayrıldığı, harbilerin kan, can ve mallarının helal telakki edildiği o dönemler, bu coğrafyadaki İslami uyanışın çok tehlikeli bir handikapla karşılaştığı dönemlerdi. Ancak yine o dönemlerde Allah'ın lütuf ve merhameti ile Kur'an çalışmalarına yönelinmiş ve yaşadığımız coğrafyanın Kur'anı Kerim verilerine göre dar'ul harp değil, dar'ul cahiliye olduğu tesbit edilerek, bu doğru tesbit genelde kabul edilmiştir. Bu çalışmalar yapılmasaydı hiç kuşkunuz olmasın ki heyecanlı müslümanların önemli bir bölümü birer Cumali olarak karşımıza çıkacak ve Türkiye'de mafya denildiği zaman öncelikle müslümanlar akla gelecekti. Böylesine yanlış ve tehlikeli bir gelişmeye izin vermediği için tabi ki Rabbimize hamdediyoruz. Bunları belirtirken elbette ki müslümanların arasında hiç Cumali olmadığını söylemek istemiyorum. Dar'ul cahilliye görüşü genelde kabul görmesine rağnıen bunun yine de istisnaları olmuş ve bu suskun istisnalar, konuşmaktan ya da savunmaktan yana olmadıkları yollarında gizli birer Cumali gibi varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Dolayısıyla kitab çalışmasında Cumali ilc yapılan birçok konuşmalar, farklı süreçlerden gelmelerine rağmen Cumali'yle yolları kesişen bu insanlara yönelik konuşmalardır. Niyetleri ne olursa olsun Cumali'nin içinde bulunduğu o aleme sıcak bakan insanlara, o aleme yaklaşan gençlere yönelik konuşmalardır.

-Anlıyorum hocam. Kitapda gördüğümüz kadarıyla Cumali oldukça yürekli ve samimi bir kişiliğe sahip. Bir kuyumcu dükkanını soyarken bile hiçbir şüphe duymadan Allah'ın yardımını uman birisi. Batıl bir eylemde bile hak olan yardımı bekleme yanılgısı, insanların genel bir yanılgısı mıdır!

-Eylem tabi ki Cumali'ye göre değil, bize göre batıldır. Çünkü bir insanın ameliyat edilebilmesi için böyle bir eyleme kalkışan Cumali, eylemin mahiyetinden ziyade bu eylemdeki niyetini ön plana çıkararak, kendisini doğru bir iş üzerinde görmektedir. Zaten günümüzde bir çok melaneti işleyen insanlar da, bu melanetleri iyi niyet ambalajlarıyla içlerine sindirmiyorlar mı! Nitekim dünya üzerinde şeytana kulluk yapan milyarlarca insan olmasına rağmen, bunların sadece birkaç bin tanesi şeytana taptığını bilmekte, satanist olduklarını itiraf etmektedir. Allah'ın emir ve hükümlerine karşı çıkarak şeytanın peşinden giden diğerleri ise, alemlerin Rabbi olan Allah(cc) ile dünya hayatında hesaplaşmayı göze alamadıkları için kanıtsız bir ısrarla Allah'a kul olduklarını iddia etmekte ve bu aldanış içinde Allah'ın yardımını bekleyebilmektedirler. Tabi ki bizi şaşırtan bur durum değildir bu. Çünkü hepimizin bildiği gibi Resulullah (s.a.v.)'e savaş açan Mekke müşrikleri, bir taraftan Allah'ın Resulüne savaş açıyorlar, diğer taraftan kendilerine zafer nasip etmesi için Allah'a dua ediyorlardı. İnsanoğlunun bu tarihi yanılgısı, öyle sanıyorum ki kıyamete kadar devam edecek bir yanılgıdır.

-Hocam, romanın merkezinde bir Akif hoca kimliği var. Mazlum bir müs lümanın hakkını arayan, muhatabının sosyal konumunu ne olursa olsun onun karşısında silik olmayan belirgin bir kişilikle dik duran, İslami tebliği hiçbir çekince hissetmeden açık ve tavizsiz bir kimlikle muhatabına ileten bir Akif hoca!.


Bu portre, günümüz müslümanlarıyla örtüşüyor mu!

-Ne yazık ki genel olarak örtüştüğünü söyleyemeyiz. Oysa bana göre sözünü ettiğiniz Akif hoca kimliği, sıradan ve vasat bir müslüman kimliğidir. Akif hoca kimliğinin bizlere şaşırtıcı gelmesinin en önemli nedeni, öyle sanıyorum ki yaşadığımız coğrafyadaki sosyal baskılardan kaynaklanmaktadır. Mesela İslam'ın hakim olduğu bir coğrafyada böyle bir kimlikle karşılaşılsa, bu Akif hoca kimliği hiç de şaşırtıcı gelmeyecektir. Öyle bir coğrafyada müslümanların dik duruşu, açık ve tavizsiz bir kimliğe sahip olmaları gayet doğal görülecektir. İşte yanılgı noktası burası olsa gerek. Çünkü müslümanların asli kimliği, yaşanan coğrafyadaki iktidarlara göre önemli değişiklikler gösterecek bir kimlik değildir. Her şeye kadir olan Rabbimizin hakimiyeti, yerel yönetimlerden etkilenebilecek bir hakimiyet değildir. Kendisine kul olduğumuz ve bu kulluktan şeref duyduğumuz Rabbimizin her yerde ve her zaman gerçek Hakim olduğunu dikkate aldığımız zaman, Akif hoca kimliğinin bölgesel şartlardan fazlaca etkilenmemesi gereken normal bir müslüman kimliği olduğunu anlamamız kolay olacaktır.

-Akif hocanın iç dünyasında yaptığı nefis muhasebeleri, dış dünyada ise Süleyman'la ya da Atakan beyle ilişkileri ve konuşmaları da, günümüzde görmeye alışık olduğumuz müslüman tanımının dışına çıkıyor. Bu konu da ne söylemek istersiniz!

-Böyle bir kimliği, pratik yaşantıda fazlaca görmeye alışık olmadığımız doğru olabilir. Ancak bu kimliğin teorik tanımlaması, müslümanların yabancı oldukları bir tanımlama değildir. Sorgulamamız gereken, teori ve pratik arasında yaşanan bu mesafedir. Ben bu olumsuzluğun nedenini, yaşanan şartlardan ziyade imani zafiyetten kaynaklandığını düşünüyorum. Müslümanlar iman ettiklerini zannettikleri bir çok hükme karşı, yeterli imandan ziyade tasdik içerikli bir yaklaşıma sahiptirler. Tasdik ettikleri bu hükümlere tekrar tekrar iman ettikleri zaman, teori ve pratik arasındaki bu mesafeyi kapatabileceklerine inanıyorum. Bu insanların kafalarında yer alan ilahi gerçekler, tekrar tekrar iman edilerek kalbe indirildiği zaman bir duygu, bir yaptırım gücü kazanabilecek ve bu insanların pratiğine yansıyabilecektir.

-Atakan bey ve Defne hanımla Kur'anı Kerimin evrenselliği konusundaki konuşmalarda bir yaklaşım var.

-Evet. O konuşmalarda karşı tarafın görüşüne yanlış diyerek doğruyu söylemek yerine, yanlış görüşü kendi mecrasında akıtarak tıkandığı noktaya götürme ve bu tıkandığı noktada doğruyu gündeme getirme tercih edildi.

-Aynı konuşmalarda birer Kemalist olan Atakan bey ve Defne hanımla Atatürk hakkında da konuşuyorsunuz. Buna niye gerek duydunuz!

-Bundan on-on beş yıl öncesinde, böyle bir konuşmaya ben de gerek duymayabilirdim. Çünkü sözünü ettiğim yıllarda bir kısım insanlar övgüde, bir kısım insanlar sövgüde haddi aşsalar da, bu konu müslümanların geneli için bir problem, bir sorun değildi. Ancak ilerleyen yıllarda bazı parti ve cemaat liderlerinin dünyevi kaygılarla gündeme getirdikleri Atatürkçülük anlayışı ve bu çarpık anlayışın müslümanların geneline nispet edilmesi, bu konuyu müslümanlar için bir sorun, bir handikap durumuna getirmiştir. Dolayısıyla kitabda yer alan konuşmaların amacı, bu konuya yeterli bir açıklık getirerek, bu konuyu tarihteki yerine bırakmaktı.

-Kitabınızda bazı çevrelerin üç maymun heykelinde ifade edildiği gibi kendilerini görmeyen, kendilerini işitmeyen, kendileriyle konuşmayan bir Rab telakkisi içinde olduklarını belirtiyorsunuz. Peki günümüz müslümanları bu yaygın anlayışın neresindedir!

-Tabi ki günümüz müslümanlarını o kimselere benzetmekten Allah'a sığınırım. Müslümanlar hiç kuşkusuz ki alemlerin Rabbi olan Allah'ın kendilerini gördüğünü, kendilerini işittiğini ve Kur'an-ı Kerim ile kendilerine seslendiğini bilmektedirler. Bu konularda bir zafiyetten söz edecek olursak, bu zaafiyetin uzaklıkla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Birçok müslümanın problemi, kendisini gören, işiten ve kendisine hitab eden Allah'ı kendilerinden uzak zannetmeleri ya da uzakmış gibi bir yaşantı içinde olmalarıdır.

-Son olarak kitabınızdan şöyle bir iktibas yapmak istiyoruz. Atakan beye, "Hindistan büyükelçisine inek eti ikram etmeyecek kadar onun dinine saygı gösteren kimselerden, benim dinime de aynı saygıyı göstermelerini, dinimin yasakladığı bir davranışı ne adına olursa olsun bana dayatmamalarını beklerim" diyor ve sonra birçok dayatmalardan söz ediyorsunuz. Biliyoruz ki geniş bir toplumun ortak istekleri, ortak beklentilerdir bunlar. Fakat bunlar nedense pek gündeme gelmiyor. Mesela bu meselelerle dolaysız ilgilenmesi gereken diyanet teşkilatının bu gibi konulardaki suskunluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz.

-Diyanet teşkilatının bu gibi konularda konuşabileceğini umud edenler, inancının gereğini yaşamak isteyen müslümanların meşru haklarını savunabileceğini bekleyenler, bu suskunluk karşısında şaşırabilir ve bu suskunluğun nedenini onlara sorabilirler. Benim öyle bir umudum ve beklentim olmadığı için, bu suskunluğu şaşkınlıkla da karşılamıyorum. Omuzlarımı kaldırarak boynumu büküyor ve şanı yüce Rabbimizden hepimiz için hidayet dileniyorum.

-Hocam çok teşekkür ederiz. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı!

-Ben de teşekkür ederim. Son olarak söylemek istediğim şey ise son zamanlarda rahatsız olduğunu öğrendiğim M. Said Çekmegil hocamıza yönelik olacaktır. Bütün bir ömrünü kapsayan İslami çalışmaları, kitapları ve konferansları ile biz müslümanların önünü açan, yakın tarihe kadar hiç sorgulanmadan tasdik edilen geleneksel din anlayışındaki bid'at ve hurafelere işaret ederek müslümanları düşünmeye ve Kur'an merkezli tertemiz bir İslam anlayışına davet eden M. Said hocama, kendi neslim ve müslümanlar adına şükran dolu selamlarımı gönderiyorum. Rahman ve Rahim olan Rabbimden, bu kutsal davayı omuzundan hiç indirmeyen M. Said hocama dünyada ve ahirette afiyet nasip etmesini diliyor, kendisi izin vermek istemese de o tertemiz elerini sevgi ve saygıyla öpmek istiyorum.

Selam, elbette ki hidayete tabi olanlar üzerinedir...


Yazı Hazırlık: Kitaphaber.net
  
  
  
  
  
  
Yaşama Fırsatı - Mehmet Alagaş
Resmi Büyüt
Yaşama Fırsatı
 
Durmuyordu,

durmak bie yana git gide şiddetleniyordu bu sarsıntılar!.

Sartıntıyla kolkola gelen müthiç uğultu ise sarsıntıdan daha fazla bir korku, daha fazla bir dehşet veriyordu insanın içine!.

Bu bir se miydi, yoksa yıllarca birikerek büyüyen öfke ve kızgınlık dolu bir homurtu mu pek anlaşılmıyordu!.

Ne yapacağını şaşırdı Hakan!.

Duyduğu dehşetten nefes almayı unutmuş gibiydi!.

Aman ya Rabbi ne kadar uzun, ne kadar da uzun sürüyor" dedi içinden!. Küçücük bir zaman dilimi olan saniyeler, küçücük içlerini deprem gerçeğiyle doldurarak bir saat, bir gün, bir hafta gibi genişliyorlardı sanki!.

Mahzene doğru hızla inerlerken arkalarına hiç bakmıyorlar, arkalarına hiç bakmak istemiyorlardı artık!. Çünkü git gide artan müthiş bir çatırtı sesi kendilerine yaklaşıyor, kendilerini takip ediyor gibiydi!. Sanki arkalarından moloz yüklere, dehşet verem nir gürültüyle kamyonlarca moloz dökülüyordu!.

Fakat canlıydı, canlanmış bir canavar gibiydi bu molozlor!. Uzun yıllardır insanların isyanını sessiz bir öfke ile seyreden tavanlar, insanların küfrünü büyük bir sabirla dinleyen duvarlar, deprem ile canlanarak bu yılların hesabını sormak istiyorlardı!.
 
  
  
  
  
  
 
 
    Kitap Adı : Yoldaki Musibetler  
Yazar :
Mehmed Alagaş
Yayınevi :
İNSAN DERGİSİ YAYINLARI
ISBN :
 
 
       

 
Kitap Açıklaması :
 

Böylesi hadislerden, böylesi insanlardan uzaklaşarak sadece toprak ve hayvanlarla uğraşmak gayesiyle köyde yaptırdığım eve taşınmıştım. Benim için yeterince geniş olan bu evde biraz rahatlayacağımı, üst kattaki çalışma odamda kenlimle başbaşa kalacağımı umuyordum.
Fakat olmadı!..
Karşı dağlara baktığım zaman dağları değil, dağların arkasındaki şehirleri ve bu şehirdeki insanları görüyordum yine!..
Susmayı seven ve susma orucuna niyetlenen ben, kalabalıklar arasında sıkışmış bir insan gibi inlemeye ve bu inleyişleri birer fısıltı halinde cümleler döndürmeye başlıyordum!..
Bahçemdeki hayvanlara bakıyor ve onlar gibi gamsız, onlar gibi tasasız olmak sitediğim zamanlar, bütün hayvanların bana baktıklarını ve ağızlarını açarak Ama sen hayvan değilsin ki!?' dediklerini duyuyordum.
Hayvanlar doğru söylüyordu!..
Yaratılış gayelerini hakkıyle yerine getiren bu tertemiz hayvanlar, bana bir insan olduğumu hatırlatıyorlar ve kendilerini örnek alarak benimde yaratılış gayemi yerine getirmemi istiyorlardı!..
Bana bu muhteşem nasihati herhangi bir hoca, herhangi bir alim yapsa, sanırım bu kadar etkili olmazdı. Bunun anlamlı nedenini, aynı nedenle yazdığım bu kitab çalışmasının içinde ve özellikle sonuç bölümünde daha iyi anlayacaksınız.
 
  Alnımdaki Işık
Alnımdaki Işık, Mehmed Alagaş



Dostlarınızla paylaşmak için tıklayın



 

Mehmed Alagaş
İNSAN DERGİSİ YAYINLARI


Sonra,
sonra engin bir sessizlik!..
Yerdeki cesedinize bakıyorsunuz!..
Daha önceleri "Benim elim, benim ayağım, benim başım..." diyerek kendinizle özleştirdiğiniz bu et yığınının sizden ayrı, sizden farklı bir şey olduğunu yeni farkediyorsunuz!.. Size emanet olarak verilen bu cesadin yaratıcısı geliyor aklınıza!..
"Allaaah" diyorsunuz dehşetle!..
"Dünya hayatında ne yapmam gerekirdi ve ben ne yaptım?" sorusu ateşten, bir göktaşı gibi düşüyor üzerinize!.
Eziliveriyorsunuz!.
Kalkamıyorsunuz, öırpınamıyorusnuz, kımıldayamıyorsunuz bu sorunun altında!. Oysa cevabını bildiğiniz bir sorudur bu!. Fakat yine de susmayı tercih ediyorusunuz!. Çünkü dilinizin ucuna gelen cevap, dilinizi bile utandıran bir cevaptır!.
Panik içindesiniz!.
Bütün bunlardan kaçmanız bütün bunlardan kaçabilmeniz, kendinizden kaçmanıza, kendinizden kaçabilmenize bağlı!.
Fakat ne mümkün!.
Size sizden uzak, size O'ndan yakın hiçbirşey yoktur etrafınızda!. SİTE:www.kitapyurdu.com

  Rahmete Yolculuk
Rahmete Yolculuk, Mehmed Alagaş





 

Mehmed Alagaş
İNSAN DERGİSİ YAYINLARI


Nereye Gideyim?
-Niyet
-Hacca Hazırlık
-Kabeye Hareket
-Kabe-i Muazzama
-Tavaf
-Tavaf Namazı
-Sa'y
-Mekke'de Yaşam
-Arafat'a Doğru
-Arafat Vakfesi
-Müzdelife'de Gece
-Mina ve
Şeytan Taşlama
-
Kurban Kesme ve Mekke'ye Dönüş
-Medine'ye Hareket ve medine Günleri
-Dünyaya Dönüş SİTE:www.kitapyurdu.com
 

Romanın Adı              : Tapusuz Süleyman

Romanın Yazarı         : Mehmed ALAGAŞ

Yayın Evi                   : İnsan yayınevi

Yazar Hakkında Kısa Bilgi: 1968 yılında İzmir’de doğan Mehmed Alagaş İzmir’de ve pazarlarda limon, süpürge gibi şeyler satan kekeme bir yazardır.

                                                ÖZET

Saffet hoca gece yarısı patlamanın sesiyle ayağa fırladı ve beyaz eşya mağazasının yandığını gördü. Dükkândan sokağın sonuna doğru Ömer kaçıyordu. İtfaiye geldi yangını söndürdü. Saffet hocanın koca beyaz eşya dükkânından sadece babasının eski koltuğu sağ çıkmıştı.

Ömer devamlı saffet hocanın sohbetlerine katılırdı çok istekli bir müslümandı. Birkaç sene önce Çeçenistan’a savaşa gitmişti ama kimsenin bilmediği nedenlerden dolayı geri dönmüştü. Saffet hoca yangın sonrasında Ömer’in yanına gitti ve neden dükkânı yaktığını sordu. Ömer bu soruya daha önceden hazırlanmışçasına cevap verdi:

— Hocam bu mağazayı açtığınızdan beri sohbetlere gelmez oldunuz. Sohbet yapmaz oldunuz. Düşüp kalktığınız insanlar değişti. Değerleriniz değişti. Başka bir insan oldunuz. Ben de sizi kurtarmak için dükkânınızı yaktım.

            Bu cevap üzerine saffet hoca hiçbir şey söylemeden ayrıldı. Günlerce Ömer’in söylediklerini düşündü. Sonunda Ömer’in haklı olduğuna kanaat getirdi. Birçok iş teklifi geldi ve bunların hepsini reddetti. Aynı hataya düşmek istemiyordu. Kararı kesindi bir inşaatta gece bekçiliği yapacaktı. Eşine bunu söyledi fakat o razı olmadı. Uzun ve gergin tartışmalardan sonra hanımı babasının evine gitmek istediğini söyledi ve gitti. Bundan faydalanarak o da köyüne gitti.

            Köyde gezerken tapusuz Süleyman’ı gördü. Süleyman kendini çok iyi yetiştiren bir insandı. Yıllar önce babasından kalan tarlaları evleri satarak kendine küçük bir ev yapmıştı. Bunların hepsini garip karşılayan köylüler ona deli gözüyle bakıyordu. Ancak o hayatından çok memnundu. O dünyanın tapusunun kendinde olduğunu söylüyordu. Bu gelip geçici dünyada tapuların hiçbir manası olmadığını ve bir gün öldüğümüzde tapu kâğıtlarının bile bir yararı olmayacağını savunuyordu. Saffet hoca Süleyman’dan çok şey öğrendi. Bir hafta sonra tekrar evindeydi. Hanımı kendisini kapıda karşılamış ve biraz sohbet ettikten sonra kararının değişip değişmediğini sormuştu. Saffet hocanın cevabı yine Ayşe hanımın istediği gibi değildi. Saffet hoca tartışmanın havasından sıyrılmak için dışarı çıktı. Yürürken Ömer’in babasını gördü ve birlikte Ömer’in yeni bürosuna gittiler burası çok pahalı eşyalarla döşenmiş bir ofisti. Ömer saffet hocaya hevesli bir şekilde işi ve işinin geleceği hakkında bir şeyler söyledi. Bunları dinleyen saffet hoca ona başarılar diledi. Ama bürodan çıkarken şunları söylemeyi unutmadı.

—Kedine hakim ol benzin bidonu artık bende, inşallah onu kullanmak zorunda bırakmazsın. Eve geldiğinde Ayşe Hanım yine evde yoktu. Babasının yanına gitmişti. Saffet hoca bir fare gördü. Bu fare babasının koltuğunun içine girdi. Saffet hoca fareyi yakalamak için eğildiğin kotluğun içinde bir teneke buldu. İçine baktı ve içinde ağzına kadar altın vardı. Altınlar onun iş konusunda tavrını değiştirmedi. Çünkü Saffet Hoca eski Saffet Hocaydı. Saffet hoca hanımına her zaman her namazda dua ediyordu. Ara sıra eve yemek yapmaya gelen Ayşe hanıma köydeki Tapusuz Süleyman’ı anlattı. Ayşe Hanım Tapusuz Süleyman’ı çok sevmişti. Bunun bir çelişki olduğunu o da fark etmişti. Kendi istediği koca tipiyle Süleyman tamamen farklı düşüncelere sahipti. Bunu babasının evinde çok düşündü geçmişlerini ve isteklerini yorumladı. Ve sonunda bu tartışmalarda haksız olduğunu anladı. Evine döndü buna Saffet hoca altınları bulmasından daha fazla sevinmişti.

            Bir ailenin yıkılmasına yol açabilecek bir yangın o ailenin bilicini yerine getirmişti. Herkes için hayırlı olmuştu bu yangın.

 


 

Yol ve Sünnetullah – Mehmet Alagaş

Çarşamba, 20 May 2009
 
Satış noktaları: Kitapyurdu.com, Kidap.com.tr ve NetKitap.com

Yazan: Hikmet Ertürk
Yazı Kaynağı: İslam ve Hayat

Siz kardeşlerimize tanıtmaya çalışacağımız kitap, Mehmed Alagaş’ın “Rabbani Yol Ve Sünnetullah” adlı eseri. Elimizde, bu kitabın İnsan Yayınları tarafından 1997 yılında yapılmış yedinci baskısı var.

Mehmed Alagaş’ın kitaplarını takip eden kardeşlerimiz hatırlarlar ise, Alagaş’ın kitaplarının arka kapak mesajları çok ilgi çekici olurdu. Şahsen ben de, Alagaş’ın yeni kitabı çıktığında ilk olarak arka kapaktaki yazısını okurdum. Bu tanıtımıza başlarken de kitabımızın arka kapaktaki alıntısını iktibas ederek başlamayı tercih ettim.

“Toplumların akibetiyle ilgili Sünnetullah gerçeği kavrandığı zaman peygamberlerin gönderiliş gayesi daha iyi anlaşılacaktır. Bütün peygamberler kavimlerini İlahi hükümlerle Allah’a kulluğa davet etmişler ve bu daveti kabul etmezlerse Rabbimizin kesin ve değişmeyen sünneti ile helak olacaklarını bildirmişlerdir. Dünya Müslümanları idrak ve iman etmelidir ki bu Sünnetullah kıyamete kadar yürürlükte olacak ve kıyamet bu Sünnetullah’ın bir tecellisi olarak kopacaktır. Dünya Müslümanlarına düşen görev ne oturup kıyameti beklemek ve ne de gayri İslami yollarla devletleri ele geçirmeye çalışmaktır. Haktan ve hakikatten habersiz olan insanları, toplumları, devletleri gizli faaliyetlerle helak etmeye çalışmak, müslümanlara emredilen Rabbani bir davranış değildir. İlahi davete muhtaç olan insanlar öncelikle apaçık ayetlerle cennete davet edilecekler, bu daveti reddettikleri ve küfürlerinde ısrar ettikleri zaman cehenneme terk edileceklerdir. Bizler yaşadığımız coğrafyadaki insanları apaçık ayetlerle cennete davet etmedik ki, bu insanları tekfir ederek veya öldürmeye çalışarak cehenneme terk edelim!..”

Mehmet Alagaş kitabın önsöz kısmında; İslami sınırlar içersindeki bütün meselelerin, bütün görüşlerin, bütün hakikatlerin yazılmasının, okunmasının ve konuşulmasının kabul edilemeyeceği vurgusunu işlemektedir.

“Halkında müslüman olan ülkelerdeki basın-yayın organları vasıtasıyla piyasaya sürülen kitapları ve bu kitapların müslümanlar üzerindeki etkilerini incelediğimiz zaman, müsbet veya menfi birçok sonuçlarla karşılaşmaktayız. Menfi olarak nitelendirdiğimiz durum, bu ülkelerdeki müslümanların okumayı, yazmayı ve konuşmayı bir alışkanlık haline getirmeleri ve sadece bununla yetinmeleridir.

Yazmak, okumak ve konuşmak!

“Lafla peynir gemisi yürümez” ifadesini esas alarak yazmakla, okumakla veya konuşmakla hiçbir noktaya varılamaz iddiasını elbette ki savunamayız. Yazmanın, okumanın veya konuşmanın İslami çalışmalarda mutlaka önemli bir yeri vardır. Resulullah (s.a.v.)’in İslam’ı beyan etmek için yaptığı konuşmaları ve Alak Suresinde zikredilen; “Oku, senin Rabbin en büyük kerem sahibidir ki O kalemle öğretendir” buyruğu, bizlere okumanın, yazmanın ve konuşmanın önemini bildirmektedir.

Ancak teşvik edildiğimiz bu okuma, bu yazma ve bu konuşma nedir!

İslami bir gereklilik olarak neler okunacak, neler yazılacak ve neler konuşulacaktır!

“İslami sınırlar içersindeki bütün meseleler, bütün görüşler, bütün hakikatler yazılacak, okunacak ve konuşulacaktır.” şeklindeki bir cevap, bizlerin kabul edebileceği bir cevap değildir. Çünkü bu cevap esas alınarak yapılan ve yapılacak olan bütün kültür çalışmaları, müslümanları isteyerek veya istemeyerek entelektüalizm bataklığına sürükleyecektir. Rabbani bir bilinçle ve maksatlı olarak yürütülmeyen bu çalışmalar, müslümanları yazma, okuma ve konuşma duvarları arasına hapsedecektir. Teori ve pratik arasında aşılması mümkün olmayan boşluklar belirecek, müslümanlar pratiğe geçiremedikleri ve geçiremeyecekleri teorik bilgiler arasında boğulacaklardır. Mesela elimizde bir yemek kitabı olsa ve çevremizdeki insanlara elimizdeki kitaptan bazı yemek tarifleri vermek istesek, bu tarifi gelişi güzel vermeyiz, veremeyiz. Biliriz ki o ülkede et yoksa etli yemek tarifini vermemizin de bir anlamı yoktur. Şayet bu hususa dikkat etmeden yemek kitabında zikredilen yemek tariflerini gelişi güzel verirsek, insanlar bunu bilgi olarak alacaklar fakat pratiğe geçiremedikleri bu bilgilerden faydalanamayacaklardır.

Basit bir örnek vererek açıklamaya çalıştığımız bu yanlış yaklaşım, Kur’an’ı Kerime yönelen bazı kimselerde de bulunmaktadır. Bu kimseler Kur’an’ı Kerime yönelmekteler ve karşılaştıkları Rabbani hükümlerin kimleri, ne zaman ve ne şekilde mükellef tuttuğunu dikkate almadan, bu hükümleri gelişi güzel gündeme getirmektedirler.

Kendilerine ‘Ulema’ denilen kimselerin büyük bir kısmı ise “İctihat etmiş oluruz!” korkusuyla, bulunduğumuz duruma kesin ve açık olarak hitap eden muhkem ayetleri bile zikretmekten çekinmektedirler. Nakilciliği esas alan bu kimseler Rabbimizin koruması altında bulunan muhkem ayetleri nakletmek yerine, geçmiş fakihlere nisbet edilen ve tahrif edilip-edilmediğini bilmediğimiz bazı görüşleri nakletmeyi daha güvenilir kabul etmektedirler!. Oysaki herhangi bir müctehide nisbet edilen görüşü savunacakları zaman, bu görüşe ilişkin mesnetleri bilmeleri ve söz konusu görüşü bu delillerle birlikte savunmaları gerekmektedir. Fıkhi bir kural olan bu esasa dikkat etmedikleri sürece İlahi kitapları tahrif eden ve tahrif etmek isteyen şeytan ve dostlarının bu şeytani maksatlarına maşalık etmeye devam edeceklerdir.

Belli tefsirler ve fıkıh kitapları arasında boğulan ve içinde bulunduğumuz çağa uzak kalan bu kimseler, yaşadığımız çağa hitap eden Kur’an’ı Kerim’i sadece geçmiş müfessirlerin tefsirleri çerçevesinde anlamaya çalışmaktadırlar. Elbetteki bu tefsirlere müracaat edilecek ve elbetteki bu tefsirlerden faydalanılacaktır. Ancak bilinmesi gerekir ki hiçbir tefsir evrensel değildir. Evrensel olan sadece Kuranı Kerim’dir. Birçok değerli müfessir evrensel olan İlahi mesajı, Resulullah (s.a.v.)’den ve ashab-ı kiramdan ulaşan sahih rivayetleri dikkate alarak yaşadıkları çağın anlayışına, ihtiyacına ve durumuna göre tefsir etmişlerdir. Bulunduğumuz çağa hitap eden Kur’an’ı Kerim ayetlerini okuduktan sonra okudukları evrensel mesajı tefekkür etmeden müfessitiere yönelen bu kimseler; Kur’an’i Kerim’i değil, bu Kur’an’i Kerim’den geçmiş müfessirlerin ne anladıklarını anlamaya çalışmaktadırlar. Tabi ki bu anlayış günümüze ve yaşadığımız olaylara uzanabilecek ve bu olaylara karşı tavır belirleyebilecek bir anlayış değildir. Bu anlayışa sahip kimseler nedenlerini bilmedikleri olayların sadece sonuçlarına bakmaktalar ve gözlemledikleri hu sonuçları geleneksel bir hükümle yargılayarak, sorunları hallettikleri zehabına kapılmaktadırlar. Oysaki bu çağdaş sorgunların çağdaş nedenleri yaşadıkça, bu nedenlerden kaynaklanan sorunlar da yaşayacaktır.

Değişik ülkelerde ve farklı konumlarda bulunan müelliflerin eserlerini tercüme eden bazı kimselerde de aynı dikkatsizlik görülmektedir. Bu kimseler de söz konusu görüşleri ve eserleri, muhatap aldıkları müslümanların içinde bulunduğu farklı konumu dikkate almadan şabloncu bir zihniyetle adapte etmeye çalışmaktadırlar. Hâlbuki değişik ülkelerdeki müelliflerin eserleri, bulundukları konumdan haraketle ümmete açılan ve ümmete uzanan bir mahiyet göstermektedir. Benzer konumları içeren veya ümmetin ortak sorunlarına değinen eserler elbette ki ilgi sahamızdadır. Ancak bilinmelidir ki bazı bölge müslümanları için çok önemli ve uygulanabilir olan görüşler, başka bölgelerdeki müslümanlar için aynı öneme haiz değildir. İçinde bulunulan şartlar ve müslümanların yapısı dikkate alınarak beyan edilen görüşler, belirlenen tavırlar ve tespit edilen çalışma programları, sadece ve sadece bu bölgedeki veya aynı konumda yaşayan diğer bölge müslümanlarını bağlayıcı bir nitelik arz eder.

Durum böyle iken bazı çalışmalarımızın kitap halinde yayınlanmasını neden istedik!

Ve bu kitap çalışmasında, yukarıda belirttiğimiz yanılgılardan ne derece içtinap edebildik!

Bu soruya uzun ve cazip ifadelerle cevap vermemize gerek yoktur. Şu bir gerçektir ki bu çalışmalar kütüphane raflarını doldurması için değil, ortak meselelerimizi anlamamız, bu meselelerdeki Rabbani hükümleri idrak ederek bir nebze uyanmamız ve çevremizdeki insanları da uyarmamız için kitap haline getirilmiştir. Ayrıca şu hususu da önemle belirtmek isteriz ki, bu kitap çerçevesinde verilen birçok mesele sadece Türkiye’de bulunan müslümanları değil, dünyadaki bütün müslümanları yakından ilgilendiren meselelerdir.

Umud ve dua ediyoruz ki, bu meseleler Allah’ın lutfu ile dünya müslümanlarının gündemine girebilecek ve bu meselelerdeki İlahi hükümler tüm dünyada yankılanabilecektir.

Ve yine Allah’ın lutfu ile İlahi kanun olan Sünnetullah gerçeği dünya müslümanlarınca idrak edilebilecek, yapılan ve yapılacak olan islami çalışmalara bu Sünnetullah’ın ışığında yön verilerek nihai helak olan kıyamet, toplumların helakiyle ilgili olan bu Sünnetullah’ın bir tecellisi olarak kopacaktır.

Elbetteki bu bir kehanet değil, Sünnetullah ile ilgili bölümlerde açıklayacağımız gibi Kuranı Kerim’in apaçık bir buyruğudur..

Nasıl bir yolda, ne zaman, nasıl bir kişilikle, ne yapılacaktır! Sorularının Sünnetullah gerçeğine göre incelendiği bu kitap çalışmasında, gündeme getirilen meseleler ve bu meselelerde beyan edilen görüşler birbirleriyle bağlantılı olduğu için, bu meselelerin ve görüşlerin kitabın bütünlüğü dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.”

Yazının devamı için Lütfen Bakınız:


 
  
 
  
 

 

  İlahi Kanunların Hikmetleri
İlahi Kanunların Hikmetleri, Nizameddin Saltan,Prof Dr. Abdülkerim Zeydan

Prof Dr. Abdülkerim Zeydan
İHTAR YAYINLARI


Allah'ın, Kur'an-ı Kerim'inde, Resulullah'ın da hadisleriyle beyan ettiği "Kanunlar/Sünnetullah"ı bütün boyutlarıyla anlamak ve öğrenmek gerekir. Hatta, onları anlamak ve incelemek gerçekten önemli ve dinen vacib olan işlerdendir. Çünkü onları anlamak, dinin bir bölümünü anlamaktır.
Hiçbir şeyin anlamsız olmadığını anlamak için ilahi kanunların hikmetlerini, yani inceliklerini bilmek gerekir. İşte bu kitap, kainattaki her hareketin ve ilahi kanunların bir merkezden idare edildiğini v ebir arkapılana sahip olduğunu bizlere açıklamaya çalışıyor.SİTE
  
 
MODERN DÜNYADA MÜSLÜMANLAR - ABDURRAHMAN ARSLAN
 
 

MODERN DÜNYADA MÜSLÜMANLAR - ABDURRAHMAN ARSLAN


Yazarı: ABDURRAHMAN ARSLAN
Çeviren:
Hazırlayan:

Yayınevi: İLETİŞİM YAYINLARI
Yayın Yeri: İSTANBUL
ISBN NO:
Yayın Yılı: 2000

Dili: Türkçe
Özellikler:
Cildi: Karton Kapaklı
Durum: İkinci El
Kondisyon: Temiz Kondisyon(Temiz)


Açıklama:Yirminci yüzyılın sonu, modernist düşünceye yöneltilen eleştirilerin yoğunluk kazandığı bir dönem oldu. İslâmcılık, bu eleştirilerin belki de en çok etkilediği akım. Sözkonusu eleştirilerin gündeme getirdiği, İslâmcı düşüncenin, entellektüel ve siyasi kökleriyle ilgili değişiklikler doğurmaya aday tartışmalar, Abdurrahman Arslan’ın yazılarının çıkış noktası.
Modern dünyanın yaşadığı kırılma ve dönüşüm, Müslümanları da bir yol ayrımına getiriyor. Müslümanlar, ya modernitenin öngördüğü süreçlere katılarak ona yeni bir ‘ruh’ verecekler ya da kendi teorik temellerine yaslanarak öncelikle bir hayat tarzı olarak kendini görünür kılmanın ve korumanın imkân ve çıkış yollarını arayacaklar. Kitap, Arslan’ın farklı yerlerde yayımlanmış yazılarından derlendi. Bu yazıların ortak meselesi, Müslümanların modernite ile düşünce/hayat düzleminde kurdukları ilişki. Arslan’a göre İslâmcılık, modernitenin getirdiği tehdide bir cevap olduğu kadar, İslâmi mesajın ‘özgün’ anlamının keşfi için yapılmış bir davet aynı zamanda. Müslümanın modern dünyaya ‘muhalif’ olmak şeklinde başlayan çabası, bugün modern dünya içinde kendisi için bir anlam arayışına dönüşmüş durumda. Arslan’ın yazıları, Müslümanların modernite ile kurdukları ‘zorunlu’ ve ‘sorunlu’ diyaloğa
İslam'da Sosyal Adalet 




 
İslam'da Sosyal Adalet
Seyyid Kutub
Nisan 2006, ISBN: 9759044218
Temin süresi: 1-3 iş günü

Uluhiyet, kainat, hayat ve insan ile ilgili islami düşünüşü genel çizgileriyle kavramadan "İslam'da Sosyal Adalet"in özelliğini kavrayamayız. Çünkü sosyal adalet, İslam'ın bütün öğretilerinin kaynaklandığı bu ana esasın bir dalından başka bir şey değildir. İslam insan hayatının tümünü düzenlemeyi üzerine alırken, çeşitli yönlerini rastgele ve birbirinden ayrı ve darmadağın bir şekilde ele almaz. Çünkü İslam'ın uluhiyet, kainat ve hayat ile ilgili külli ve mükemmel bir düşünüşü vardır. Bütün incelik ve teferruat bu düşünüşten çıkar; bütün nazariye ve teşri'leri, cezaları, ibadet ve muameleleri onunla sıkı sıkıya bağlıdır. Böylece hepsi bu mükemmel ve geniş kapsamlı düşünüşten kaynaklanır. Fakat insanın görüşüne(rey) de hiç bir durumda zincir vurulmaz; hiçbir problem de diğer problemlerden ayrı olarak ele alınıp çözümlenmeye çalışılmaz.
 

Kitleler Psikolojisi



 

%15
Kitleler Psikolojisi
Gustave Le Bon

Yağmur Yayınları


Uygarlıkların kaynağı olan kültür, din, politik ve toplum inançlarmdaki değişimler, bilim ve tekniğin yeni buluşlarının doğurduğu yepyeni yaşama ve düşünme şekilleri, eski inançların sarsılıp kaybolmasında ve kitleler üzerinde etkin rol oynamaktadır.
Çağımız insanı, düşüncelerinin ve yaşama şartlarının sürekli değiştiği bir süreçten geçmektedir.
Bireylerin toplum içinde varolmak mücadelesini ve kitleler arası karmaşaların uygarlıklar üzerindeki etkilerini, ünlü Fransız sosyal psikolog ve hekim Gustave Le Bön, engin görüş ve örneklerle göstermektedir.


Sezgin MISIR tarafından yazıldı.
Fıkıh, Hadis, Kur'an, Tefsir vb. İslami ilimler alanlarında eserler vermiş, Türk asıllı Şafii âlim Ez-Zerkeşi'nin Bünyamin Erul tarafından Türkçe'ye çevrilen bu eseri, hadis ilminde metin tenkidi açısından oldukça önemli bir eserdir.
Müellif bu kitapta derlediği bütün rivayetlerde, Hz. Aişe gibi bir hanım sahabenin duyduğu haberleri ve sahabelerin fetvalarındaki hataları tespit edip eksikleri telafi etme cihetine gittiğini ve kendisine gelen bazı rivayetleri  duyar duymaz itiraz ettiğini, gerek ravilere ve gerekse rivayetlere sert eleştiriler getirdiğini anlatmaktadır.
Zerkeşi, Hz. Aişe'nin rivayetlere ve fetvalara yönelik düzeltmeleri yaparken değişik yöntemleri kullandığını belirtmektedir. Hz. Aişe, bu eksik ve hatalı rivayetleri, Kur'an, Sünnet, Hadis, akıl, tarih ve Arap dili gibi kriterlerden biri veya birkaçına aynı anda arz ettiğini söylemektedir. Hz. Peygamber'i en yakından tanıyan bir kişi  olan Hz. Aişe, Hz. Peygamber'in bazı fiil ve davranışlarına bizzat şahit olmadığı halde kişisel kanaat ve tahmine dayalı yorumlar da yapmıştır. Bu hususta bazı selef âlimleri tarafından da eleştirildiğini  dile getirmektedir.
Yazar, Hz. Aişe'nin bu metin tenkidi çalışmalarında esas aldığı kriterlerin günümüz metin tenkidi çalışmalarında vazgeçilmez ölçüler oluşturduğunu söylemektedir. Yazar bir adım daha ileri giderek Hz. Aişe'nin bu uygulamalarının kendisinden sonra gelen nesillere öncülük ettiğini ve onlar için bir çığır açtığını söylemektedir.
Müellif, kitabın son bölümlerinde Hz. Aişe'nin Peygamber efendimizin diğer eşlerinden farklı kırk özelliğini anlatmaktadır. Ayrıca Hz. Aişe'ye, sahabeler ve bazı selef âlimleri tarafından yapılan eleştirilerden kısa bir demet sunan yazar, bütün bu değerlendirmelerden yola çıkarak kendi değerlendirmelerini de ilave eder ve sahabe dönemindeki canlı ve dinamik eleştiri zihniyetine vurgu yapar. Faydalı olacağına inandığımız bir eseri tanıtmaktan büyük bir mutluluk duymaktayız.
HZ. AİŞE’NİN SAHABEYE YÖNELTTİĞİ ELEŞTİRİLER
BEDRUDDİN EZ-ZERKEŞİ
Mütercim: Prof. Dr. Bünyamin Erul

  İslam ve İnsanlığın Geleceği
 

Roger Garaudy
PINAR YAYINLARI


Müslümanlar iyi bir müslüman olmayı, ilk görev olan Allah'ın hükümranlığını yeryüzünde gerçekleştirmek olarak gördükçe ve bu vazifeyi yerine getirme gücünü kıldıkları namaz, gittikleri hacc ve tuttukları oruçtan aldıkça, birkaç on yıllık bir süre içinde, İndüs nehrinden, Atlantik okyanusuna kadar milyonlarca erkek ve kadını kendi imanlarına kazandırdılar. İyi bir müslüman olmanın, kendini yalnızca ayin ve ibadetlere vermek ve artık Allah yolunda yaratıcı çabalarda bulunmamak demek olduğuna inanmaya başladıkları zaman ise, bu harikulade çiçekleniş ve yükseliş solup düştü. İslam, tarihin aktif öznesi olma niteliğini yitirdi. Sonunda yabancı istilacıların ve sömürgecilerin ellerinde bir nesneye dönüştü.SİTE:www.kitapyurdu.com



  Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar
Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar, Kenan Bıyıklı,Pedagog Adem Güneş







 

Pedagog Adem Güneş
NESİL YAYINLARI


Ne zaman ki biz, bizi kaybettik, çocuklarımızı da kaybettik…
Bizim zamanımızda
çocuk suçları olarak okul koridorlarında koşmak, istiklal marşı okunurken düzgün durmamak, el kaldırmadan öğretmenle konuşmak geliyordu.
Ya da bayramda, bayram
namazına geç kalmak, şeker toplarken birkaç şekere birden el uzatmak, arabaların arkasından koşmak, çocuk suçları olarak konuşuluyordu. Ne oldu bize ki artık çocuk suçları olarak annesini kesmek, babasını silahla tehdit etmek, sokakta araba yakmak, öğretmenini köşe başında şişlemek, güvenlik kamerasına el sallayarak hırsızlık yapmak kayıtlara geçer oldu?
O
çocuklar mı başkaydı, bu çocuklar mı başka?
O anne babalar mı başkaydı, bu anne babalar mı başka?
O günkü terbiye metotları mı başkaydı, bugünkü terbiye metotları mı başka?
Biz nerede hata yapıyoruz?
Yapıyoruz ki yanı başımızda büyüyen o masum yüzlü sevimli
çocuklar, bir süre sonra dünyamızı zehir edecek hale geliyorlar.
İşte bu kitapta, bu soruların cevaplarını bulabilmek için bir mum yakılıyor.
Çocuk terbiyesinde doğru zannedilen yanlışlarla yüzleşiliyor.
Belki de herkes kendisi ile yüzleşiyor…
Çünkü kendimizi kaybettiğimiz yerde,
çocuklarımızı da kaybettik,

  Çocuk Psikolojisi
Çocuk Psikolojisi, Doç. Dr. Sefa Saygılı



Dostlarınızla paylaşmak için tıklayın



 

Doç. Dr. Sefa Saygılı
NESİL YAYINLARI


Çocuklarınızla anlaşmakta zorlanıyor musunuz?
Çok mu şımarıklar, çok mu sinirliler, çok mu ağlıyorlar?
Yoksa çok mu sessiz ve içe kapanıklar?
Paylaşmayı bilmiyorlar mı? Arkadaşlarıyla sürekli kavga mı ediyorlar?
Televizyonun başından kalkmıyorlar mı? Gece yatmıyor, yemeklerini yemiyorlar mı?
Çocuklarınızla başkalarına anlatmaktan çekindiğiniz sorunlar mı yaşıyorsunuz?
Problemleriniz karşısında her yolu denediniz ve başarısız mı oldunuz?
Sorunlarınızı çözememekten dolayı mutsuz musunuz?
Onlara manevi değerleri nasıl vereceğinizi bilmiyor musunuz?
Ölümü nasıl mı anlatacaksınız?

Psikiyatrist Doç. Dr. Sefa Saygılı, meslek yaşamında defalarca karşılaştığı bu tip soru ve sorunlara karşı, bulduğu çözümleri ve uyguladığı metotları siz okuyucularıyla paylaşıyor. Elinizdeki bu kitap,
okul öncesi çağındaki çocuklarınızın psikolojilerini anlama, ruhsal gelişimlerine yardımcı olma konusunda vazgeçilmez bir rehberiniz olacak. SİTE:www.kitapyurdu.com



 
 

  Namazla Yeniden Doğdum
Namazla Yeniden Doğdum, Yaşar Alptekin







 

Yaşar Alptekin
NESİL YAYINLARI


Üç yaşındayım. Namazdan önceki yıllarımı yaşanmış saymıyorum.
Eski
hayatımdan bugüne pişmanlıklar, günahlar ve acılar kaldı.
Hidayet yolunda ilerlemek, Rabbimin bana bağışladığı en büyük lütuf
Namaz, muhteşem bir ibadet, En Büyük Sevgili’yle buluşma.

Ünlü manken ve
sinema oyuncusu Yaşar Alptekin nasıl bir dönüşüm yaşadı?
Merhum Sakıp Sabancı’nın cenazesinde nasıl özeleştiri yaptı?
Hiç kimse yönlendirmediği halde niçin
namaz kılmaya karar verdi?
İmanın,
namazın ve Allah’a kul olmanın güzelliği, geçmişindeki her türlü çekicilikten nasıl daha cazip ve tatlı geldi?
Birçok gencin hayalini kurduğu şöhret, para ve eğlencenin zirvesindeyken neden hepsini terk etti? SİTE

  Düzceli Mehmet
Düzceli Mehmet, Halit Ertuğrul



 



 

Halit Ertuğrul
NESİL YAYINLARI


Hiçbir kural tanımayan, sıradışı bir gencin nefes kesen öyküsü.
Hayalden, kurgudan uzak, tamamen yaşanmış gerçek bir
hayat hikayesi.
Manevi hiçbir inancı ve kuralı kabul etmeden yaşarken,
öğretmeninin sevgi ve şefkat dolu ilgisiyle dönüş yapan Düzceli Mehmet, bambaşka bir insan olur.
Geçirdiği bir trafik kazasından sonra
hayatı büsbütün değişen Düzceli Mehmet'in ibret dolu hikayesi, birbirinden ilginç olaylarla devam eder.
Düzceli Mehmet, defalarca okuyacağınız enfes bir kitap.SİTE:www.kitapyurdu.com

  Anne Baba Notunuz Kaç?
Anne Baba Notunuz Kaç?, Halit Ertuğrul


 

Halit Ertuğrul
NESİL YAYINLARI


Hep çocuklarımızdan yakınırız, onların yaramazlıklarından, bizi dinlemediklerinden şikayet ederiz.
Ancak sıra birer anne ve baba olarak bizim yapmamız gerekenlere, kendi eksikliklerimizin neler olduğuna pek gelmez.
Size «Anne Baba Notunuz Kaç?» sorusunu yönelten bu kitapta problemin asıl kaynağına dikkat çekiliyor. Problemin çözümü anne babada aranıyor.
İşte çözüme ulaştıracak sorulardan bazıları:
Aile
hayatıyla ilgili kaç kitap okudunuz?
Kaç psikolog, pedagog veya uzmanla görüştünüz?
Kaç aileyi ziyaret edip, tecrübelerini dinlediniz?
Sorumlu birer anne baba olarak bir kursa, seminere katılıp
eğitim aldınız?
Bu sorulara vereceğimiz cevaplar, aynı zamanda anne-babalık notumuzun da birer habercisi. SİTE:www.kitapyurdu.com


 


  Ateşte Yeşerdim
Ateşte Yeşerdim, Halit Ertuğrul,Kenan Bıyıklı



 

Halit Ertuğrul
NESİL YAYINLARI


Geniş bir okuyucusu olan tanınmış bir yazarın hayatından önemli sahnelerin de yer aldığı bu kitap; her insana ibret olacak kadar şaşırtıcı, düşündürücü ve duygu yüklü konulardan oluşmaktadır.
Bütün olumsuz şartlara rağmen azmin, ümidin ve fedakârlığın sonunda elde edilen başarı, herkese örnek olması niyetiyle kaleme alınmıştır.
Yürekleri titreten bu amansız yaşam mücadelesi, çaresizlik içinde çareyi, dert içinde dermanı anlatmaktadır.
Bu
hayat öyküsünde sabır, azim, umut ve ihanet birbirine karışmıştır. Öyle ki her insana yetecek kadar ibret dersi vardır.
Her anı çileyle, dramla ve gözyaşıyla sulanan bu yaşam serüveninde, dayanılmaz çırpınışlar yürekleri burkmakta ve duyguları şaha kaldırmaktadır.
En ağır şartlarda bile “nasıl başarıldığını” anlatan bu eser;
hayata küsen, başarısızlığı kabullenen ve ümidini yitiren her insana, yeni bir ümit ve şaşmaz bir rehber olacaktır.
Dayanabilen yüreklere… SİTE:www.kitapyurdu.com
annemi arıyorum
O yıl Anneler Günü yaklaşırken gönlümü derin bir keder kaplamıştı. Annesiz bir çocuk olmanın hüznünü, öksüzlüğün buruk acısın ta içimde, bir kere daha duymuştum. Geçen Eylül ayında annem birdenbire hastalanmış, iki ay içinde sararıp solmuştu. Derdine bir çare bulamamıştık.


 
 
Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol