İTNAP

İCAZ VE İTNAB

 

İCAZ VE İTNAB

 
İcaz ve itnab, belagat ilminin en önemli nevilerindendir. «Şırru'I-Fe-sâha» adlı eserin müellifi Hafaci'nin bazı ulemadan yaptığı nakle göre belâ­gat, icaz ve itnap demektir.
 Keşşaf müellifi Zemahşeri, belâgat yapan bir kim­senin sözü, yerine göre kısaltması, yerine göre de uzatması gerekir, der. Ca-hiz bu konuda şu beyti söylemiştir:
*****
Kabile hatipleri, bazen uzunca hitabeleriyle açıktan açığa karşı tarafa saldırır­larken, bazen de rakiplerinden korkup, saldırılarını gizliden gizliye yaparlardı.
İcaz ile itnab arasında bir vasıta olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu vasıta, belâgat ilminde, icaza dahil olan «müsavattır.» Sek-kakî ve bir kısım belâgat uleması müsavatın varlığını kabul ederlerse de, mak­bul saymamışlardır. Bunlar müsavat'ı, belâgat ilmini bilmeyenlerin sözlerinden alınan ifadeler olduğu, şeklinde belirtmişlerdir icaz ise; maksudu en az kelime ile ifade etme sanatıdır. İtnab ise; kastedilen mânayı daha çok kelime ile ifade etmektir. İbnu'l-Esir ve bazı ulema da, müsavatın icaz ve itnab arasında bir vasıta olmadığı görüşündedirler. Bunlara göre icaz, ifade edilmek istenen mânanın fazla kelime kullanmadan verilmesi, itnab ise fazla kelime kullanarak ifade edilmesidir.
Kazvini şöyle der. Bu konuda en uygun olan şudur; kastedilen mânayı ifade etmenin başlıca yolu, ya mâna ile lafzın müsavi olması, ya lafzın mâna­dan az, fakat yeterli olması, ya da duyulan ihtiyaçtan dolayı, lafzın mânadan çok olmasıdır. Bunlardan birincisi müsavat, ikincisi icaz, üçüncüsü de itnabdır. Bu tarifteki «yeterlilik» ifadesi mânayı bozmadan, «duyulan ihtiyaç» ifadesi de lüzumsuz yere uzatmadan kaçınmak için kullanılmıştır.
Kazvini'ye göre müsavat, bir vasıtadır. Belâgat ilminde makbul olan bir nevidir, «el-lzah» adlı eserinde: Kazvini'ye neden müsavatı zikretmedin? Bu müsavatın mevcut olmadığını gösteren bir tercih midir, yoksa kabul edilme­diği veya bir başka sebeple midir? diye sorulunca şu cevabı vermiştir; müsa­vat, Kur’ân'da hemen hemen yok gibidir. Ancak Kazvini müsavat'a «et-Telhis» adlı eserinde; ***** «..kötü tuzak ancak sahibine do­lanır..» (Fatır, 43.) âyetiyle, «eI-Izah» adlı eserinde; ***** «Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlar­dan yüz çevir.» (Enam, 68.) âyetiyle misal vermiş, ikinci âyetteki ***** nin mev-sufu hazfedildiğini, birinci âyette ise ***** kelimesinde itnab olduğunu söyle­miştir. Çünkü hile'nin kötülükten başka bir şey olmadığını, âyetteki istisna gayri müferrag veya istisnada kasr olduğu takdirde ***** kelimesinin hazfiyle müstes­nada icaz olduğunu belirtmiştir. Âyet; bütün insanları ezadan koruma gayesi güttüğünden, insana eza veren bütün kötülüklerden onu korumaktır. Âyette; ***** Arkadaşına en kötü zararı verir, şeklinde takdir yapı­lırsa, ifade temsil yoluyla meydana gelen istiareyi tebeiyye şekline girmiş olur. Zira âyetteki ***** fiili, ***** mânasındadır. Bu da ancak cisimlerde kullanı­lır.
Sekkaki, «eI-Miftah» adlı eserinde belirttiğine göre, belâgat ilminde icaz ve ihtisar, aynı mânadadır. et-Tibî de bunu aynen benimsemiştir. Bazı u-lemaya göre ihtisar, icazın hilafına, sadece cümlelerin hazfedilmesiyle yapılır. Şeyh Bahauddin, ihtisar'ın itnab'la hiçbir ilgisi olmadığını söyler. İtnab'ın ishab (çok söyleme) mânasına geldiği de söylenir. Tennuhi ve diğer belâgat ule­masının zikrettiğine göre itnab, ishab'dan daha hususidir. İshab, bir fayda sağ­lasın veya sağlamasın, sözü uzatmaktır.

 
Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol