fil olayı ve tefsiri

Prof.Dr.Mikail Bayram - Fil Olayı ve Fil Sûresi -1


                                            
 


                                         

ALINTI....

L SÜRESİ3
Nüzül sırası :19
Kur’andeki sırası:105
Ayet sayısı :5
İndiği devir :Mekke

105-el-FÎL [Not: Ali Bulaç’ın Murşid’deki Mealinden ]
Bismillâhirrahmânirrahîm
105-el-FÎL : Kâbe'yi yıkmak isteyen Ebrehe'nin fillerle hücumunu konu edindiği için bu adı almıştır. Kâfirûn sûresinden sonra Mekke'de inmiştir, 5 (beş) âyettir.
 
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ
l. Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?
 
أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ
2. Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
 
وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ
3. Onların üstüne ebâbil kuşlarını gönderdi.
 
تَرْمِيهِم بِحِجَارَةٍ مِّن سِجِّيلٍ
4. O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu.
 
فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَّأْكُولٍ
5. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.
[Ali Bulaç’ın Mealından alınmıştır ]



Bu olayın tarihi arka planı:
Bu süre-i şerifede beyan edilen Eshab-i Fil olayı, Peygamber Efendimizin doğumundan 50-60 gün önce vukua gelmiştir. Yemeni ele geçiren Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe, kendi ülkesini araplar için bir ticaret merkezi haline getirmeyi planlamış ve bunu için de Sana’da büyük bir kilise yaptırarak putlarla donatmış, arapları oraya çağırmıştı. Fakat araplar buna iltifat etmemişler. Hatta buna kızan bazı arap gençleri, kiliseyi kirletmişler. Güçlü ordusuna güvenen Ebrehe, bu olayı bahane ederek Kâbe’yi yıkıp San’a’deki kiliseyi arap’lar için ziyaretgâh, San’a’yı ticaret merkezi haline getirmek istemiş, bu gaye ile 60.000 asker ve 9-10 kadar fil ile Mekke üzerine yürümüştü. Yolda bazı Arap kabileleri buna engel olmak için Habeş ordusunun önüne çıkıp savaşmışlarsa da yenilerek esir düşmüşlerdi. Taif bölgesine geldiklerinde Beni Sakif, bu büyük güce karşı koyamayacaklarını anlayınca kendi tanrıları Lat ve mabedini kurtarmak için Ebrehe ile görüşerek yıkılacak mabedin kendi mabetleri olmadığını, Lat Mabedine dokunmazsa onlara rehberlik edebileceklerini söyleyerek Ebu Regal isimli bir şahsı yanlarına verdiler. Fakat Mekke’ye <ST1:METRICCoNVERTER w:st="on" ProductID="3 km">3 km</ST1:METRICCoNVERTER>. kala el-Mugammis denilen bölgede Ebu Regal öldü. Ebrehe’nin öncü kuvvetleri Mekke civarındaki hayvanları toplayıp götürdüler. Bunların içinde 200 kadar da Abdülmuttalib’in devesi vardı. O dönemde Mekke’nin en büyük reisi Abdulmuttalib idi. Ebrehe Mekke’ye elçi göndererek reisi ile görüşmek istediğini bildirdi. Zaten Mekke’de kendisinden başka kimse kalmamıştı, hepsi dağlara, mağaralara sığınmışlardı. Ebrehe , Abdülmuttalib’in asaleti ve merdane hareketleri karşısında etkilendi, tahtından inerek yanına oturdu. Abdulmuttalib’e, kendisinden ne istediğini sordu. Abdülmüttalip de “adamlarının 200 devesini getirdiklerini ve onu geri istediğini “söyledi. Ebrehe bunu duyunca şaşırır ve : “Mekke’nin reisi olarak bana Kâbe’yi yıkma diye yalvarmaya geldiğini sanmıştım, halbuki sen bunun değil, malının derdindesin, bunu sana hiç yakıştıramadım” der. Abdulmuttalib de: “ben malımın sahibiyim, Kâbenin sahibi Allah’dır, O, onu koruyacaktır” der, develerini alıp geri döner ve Kâbenin duvarına sarılarak Allah’a şöyle dua eder: “Ey Allah’ım, bu gün senin Beytini koruyacak güce sahip değilim, bunu ancak sen koruyabilirsin, senin beytini yine sana emanet ettim” diyerek kendisi de dağların yolunu tutar.
Ebrehe hareket emrini verdi,Müzdelife ile Mina arasındaki el-Muğammis vadisinegelince tahtını taşıyan fil çöktü, kaldırdılar yine çöktü, bir türlü Mekke tarafına doğru yürütemediler, başka tarafa çevrilince koşarak gidiyor, Mekke tarafına yöneltilince çöküyordu. İşte böylece fil ile uğraşılırken kendilerini mahvü perişan edecek olan bela geldi. Gruplar halinde peş peşe gönderilen tayr’ın attıkları siccillden taş ile yenik ekin yaprağı haline döndüler.
Buraya kadar bu olayla ilgili siyer ve rivayet tefsirlerinin yazdıklarını özet olarak verdik. Şimdi esas konumuza gelelim:
 
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ
l. Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?
Fil sahiplerinin kimler olduğunu yukarıda anlatmıştık. Bu sure indiği sıralarda 55 yaşlarında olanlar, bu olayı takriben 10 yaşlarındayken yaşamışlardı. Dolayısıyla bu olayı görenlerden çok kimse hayattaydılar. Görmeyenler de görmüş derecesinde bir kesinlikle biliyorlardı bu olayı. Onun için “ görmedin mi” diye başlayan bir soru ile olayı yeniden hatırlatmaktadır.
 
أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ
2. Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
Sözde gayeleri Arapların kutsal mabedi olan Kabe’yi yıkarak kiliselerine yapılan hakaretin intikamını almak; özde ise Araplara göz dağı vererek Mekke’yi ticaret merkezi olmaktan çıkarmak, Kabe’nin yerine san’a deki kiliseyi, Mekke’nin yerine de san’a şehrini ikame etmekti.
-Evet, boşa çıkardı ama nasıl?

 
وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا أَبَابِيلَ


 
105.003] [DV] Onların üstüne sürü sürü kuşlar gönderdi.


 
[105.003] [E0] Saldı da üzerlerine sürü sürü kuşlar (Ebâbil)


 
[105.003] [E1] Üzerlerine sürü sürü kuşlar saldı.


 
[105.003] [E2] Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.


 
[105.003] [FK] Onların üzerine sürülerle kuşlar gönderdi.


 
[105.003] [IK] O; bunların üzerine sürülerle kuşlar gönderdi.


 
[105.003] [ON] Ve onların üzerlerine bölük bölük kuşlar gönderdi.


 
[105.003] [SY] Üzerlerine ebabili, sürü sürü kuşları salıverdi.


 
[105.003] [TK] Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi.


 
[105.003-4] [DI] Onların üzerine, sert taşlar atan sürülerle kuşlar gönderdi.


 
3- [Muhammed Esed] Üzerlerine kalabalık sürüler halinde uçan varlıklar saldı

3.[S.G] Onların üzerine bölük bölük (bir takım havada) uçuşanlar göndedi.

Dikkat edilirse Muhammed Esed dışında bütün müfessirler “TAYR” kelimesine kuşlar manasını vermişlerdir. “EBABİL” kelimesine de bir kısmı “sürü halinde, bölük-bölük” manasını verirken bir kısmı da bir kuş cinsinin adıymış gibi “ebabil kuşları” manasını vermişlerdir.
-Peki, “TAYR” ne demektir?
-“TAYR”, “tair”in çoğuludur. “Tair”, “T-Y-R= Uçmak, havalanmak” kökünden gelir, ism-i faildir, “uçan veya uçucu” manasına gelir. Bu kelime Türkçede olduğu gibi Arapçada da kanatlı veya kanatsız her çeşit havaya kalkış için kullanılır.
-“EBABİL” de gruplar, bölükler demektir.

-Nedir öyleyse bu “tayran ebabil”?
-“TAYREN EBABİL”: “Bölükler veya gruplar halinde uçanlar” demektir. Genel anlamda bu kelime canlı veya cansız bütün havaya yükselişleri ifade eder. Dolayısıyla bunu karinesiz olarak sadece kuşlara hasretmek doğru bir yaklaşım değildir her ne kadar kuşlar için özel isim olarak kullanılıyorsa da. K.Kerimde de buna işaret edilmiş, kuşlar kast edildiği zaman onlara özel bir sıfat da eklenmiştir. Örneğin:

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلاَّ أُمَمٌ أَمْثَالُكُم مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
38. Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan(kuş)lardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.(Enam:38)

 
أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا الرَّحْمَنُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصِيرٌ


 
Üstlerinde (kanatlarını) açıp-kapatarak uçan(kuş)lara (hiç) bakmadılar mi? Onları (havada) rahmân olan Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir.

Gördüğünüz gibi bu ayetlerde kanatlarıyla uçanlar kast ediliyor, kanatsız uçanlar değil.
-“TAYREN EBABİLE” de ise böyle bir tasrih yok. Dolayısıyla onu kanatla uçanlara hasretmek pek doğru değildir, zaten Kuran’a ve varlık gerçeklerine de pek uymuyor. Şöyle ki;
-Şimdiye kadar ağız ve ayak pençeleriyle ufak taşlar taşıyıp insanların veya başka canlıların üzerine atan bir kuş cinsi tespit edilmemiştir.
-Peki, Yüce Allah fil eshabını helak etmek için bunları özel olarak yaratıp göndermiş olamaz mı?
-Olamaz, çünkü Yüce Allah buna tenezzül etmez, bunlar için yeni çareler aramaya teşebbüs etmekten münezzehtir. Nitekim Yasin suresinde, elçilerine destek çıkan serden geçmiş mücahit mümini şehit edenler için şöyle buyuruyor:

 
وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى قَوْمِهِ مِن بَعْدِهِ مِنْ جُندٍ مِّنَ السَّمَاء وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ


 
Biz ondan sonra, onun milletini helâk etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik.


 
إِن كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ


 
O (onların helaki için gereken) yalnız bir sayha oldu derhal sönüverdiler:

Dolayısıyla eshab-i fili helak etmek için özel kuşlar yaratıp gönderildiğini söylemek Kuranın ruhuna yakışır bir şey değildir. Üstelik başka bir ayeti kerimede beyan edildiği gibi yerin ve göklerin ordusu O’nundur. Tabiat kuvvetleri O’nun emrindedir, dilediğini dilediği zaman faaliyete geçirir, işte o kadar. Böylece istediğini kurtarır, istediğini de batırır.
Öyleyse “we ersele aleyhim tayran ebabile” ye genel anlamda şöyle mana verebiliriz:
3-“Onların üzerine gruplar halinde havada uçanlar gönderdik”
4-“Ki onlara sicilden taş (yani kızgın çamurdan oluşmuş taş)lar fırlatıyordu.”
5. “Böylece (Allah) onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”
4.Ayette geçen “sıccil”kelimesine gelince:
-SİCCİL: Bu kelime Farsçadan “seng-i gil= kil taşı“ından muharref olarak Arapçaya geçmiş bir kelimedir. İlkin, üzerine yazı yazılıp ta pişirilerek taşlaştırılan tabletlere bu isim verildi. Bilhassa yazıyı ilk icat eden Sümerliler, kil çamuruna çivi yazılarını rahatça basarlar, sonra bu tabletleri fırınlayarak taşlaştırırlardı. İşte bu pişirilerek taşlaştırılmış yazılı belgelere “seng kil”= kil taşı derlerdi sonradan kâğıt vs. gibi üzerine yazı yazılan her şeye de bu ad verilir(yani “sicil, sicilini tutmak” denir) oldu” (bak: Mücemü elfazil-kur’anil-kerim)
Kur’ani Kerimde “hicareten min siccilin” (bu süredekinin dışında) 2 yerde geçer, bir yerde de “hicareten min tinin” şeklinde geçer. Her üç Ayet de Lut kavminin üzerlerine yağdırılan taşla ilgilidir. Bilindiği gibi Lüt kavmi, volkanik bir patlama ile helak edilmiştir: Önce volkanik bir patlama ile şiddetli bir sayha duyulmuş, arkasından yerin çökmesi ile binaların üstü altına çevrilmiş, sonra da yukarı püskürtülen lavların, havanın teması ile yoğunlaşması neticesinde, kısmen taşlaşmış olarak üzerlerine yağdırılmıştır. Bu olay HİCR süresinde şöyle anlatılmaktadır:
 
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ
73. Güneş doğarken onları o korkunç ses yakaladı.
 
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ
74. Böylece ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine de pişmiş balçıktan [sıccilden] taşlar yağdırdık.
 
إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ
75. İşte bunda damga araştırıcıları (yani arkeologlar) için belgeler vardır.
Not: “weseme” damgaladı demektir. Nun suresindeki “senesimuhu alal- hurtum= yakında onların hortumları (burunları) üzerine damgayı basacağız” ayetindeki “senesimuhu” kelimesi de bu kökten gelir.
Görüldüğü gibi“hicareten min siccilin”tabiri K. Kerimde, çamur halinde yukarı püskürtülerek havada kısmen yoğunlaşarak taş halini almış lavsal (mağmatik) taşlar için kullanılmıştır. Konumuz olan Fil süresinde de ayni kalıp kullanıldığına göre“hicareten min siccilin”e, kısmen soğuyup yoğunlaşarak taş halini almış “lavsal taş” manasını verebiliriz.

-Peki, bu gruplar halinde gönderilip de kızgın taşlar fırlatarak onları yenmiş ekin sapı gibi yere seren ve saldırı vasıtası olarak kullanılan bu tabiat olayı neydi?
Esas çözülmesi gereken problem budur. Bunu şimdiye kadar çok değişik şekillerde açıklamaya çalışmışlardır. Fakat bunların hiç birisi beni tatmin edemedi. Onun için kendim de bu konuda kafa yormaya mecbur oldum. Dolayısıyla bu konuda bana göre en tatmin edici olarak gördüğüm izah tarzını arz edeceğim. Tabii ki benim görüşüm de yanlış olabilir. Fakat daha tatmin edici bir izah tarzı bulunana kadar ben bunda musirim.
Fil eshabına atılan taş, yeni soğumaya yüz tutmuş kızgın mağmatik taşlar olduğuna göre bu onların üzerine nasıl gönderilmiştir? Bunların kalkış noktası neresidir? Lut kavmi için “onların üzerine kızgın çamurdan oluşmuş taş yağdırdık” denirken burada niçin öyle denmedi de “onların üzerine kızgın balçıktan oluşmuş taş fırlatan bölük bölük havai fişekler (havada uçuşanlar) gönderdik” deniyor? Lut kavminin üzerine gelen mağmatik taşlar, dik olarak yukarı çıkmış, orada ufak taşlar halini almış, sonra da tekrar serbest düşüşle yağmur gibi üzerlerine inmiştir. Halbuki eshab-i fildeki farklıdır. Bu taşlar indifa eden bir dağın yanal bacasından fırlatılmış, bir top atışı gibi peş peşe üzerlerine atış yapılmıştır. Böylece yenmiş ekin sapı gibi fil ordusu mensupları yere serilmiştir. Yani burada bir serbest düşüş değil, hedefe muayyen bir hızla atış vardır, tıpkı top veya mermi atışı gibi. Onun için burada “yağdırdık” ifadesi kullanılmıyor.
Taşlar hakkında bir takım rivayetler vardır: Rivayetlerde taşın büyüklüğü mercimekle nohut büyüklüğü arasında değişmektedir. Şimdi bu büyüklükteki taşlar serbest düşüşle gökten inse bir insanı öldürebilir mi, onu inceleyelim? Normalde bu büyüklükteki bir taş bir orduyu pek etkileyemez. Çünkü savaşa hazırlıklı gitmişlerdir, her birinin elinde kalkanı vardır, siper edinirler, en ufak bir yara bere almadan çoğu korunabilirler, isterse bu taşlar çok yüksek yerlerden gelsin. Çünkü ne kadar yüksekten bırakılırsa bırakılsın bir müddet sonra limit hıza ulaşacağı için kinetik enerjisinde bir artış olmaz, o büyüklükteki bir taş kurşunun öz kütlesine sahip dahi olsa insanı öldüremez.
. Öyle ise bu atılan taşların kızgın volkanik taşlar olması zaruridir, ayni zamanda da muayyen bir hıza ve kinetik enerjiye sahip olması.Aksi takdirde bir orduya bu büyüklükteki taşlar bir şey yapamaz.
Bu sürei şerife indiği sıralarda o olayı yaşamış çok kimse hayatta idi ve hiçbir kimse bu süre’de anlatılan olaya itiraz edememiştir. İkinci olarak Eshabi Fil’in, siccilden meydana gelmiş taş yani lavsal taşlarla helak edildiği de kesindir, Ayeti Kerime bunu net olarak ifade etmektedir. Bu taşlarla ilgili bir takım rivayetler de vardır. Bu rivayetleri Elmalı Tefsirinden aynen aktarıyorum:
“Ebu Nuaym'in Nevfel b. Ebi Muamiye ed-Deylemî'den rivayet ettiğine göre demiştir ki: "Ben fil ashabına atılan taşları gördüm, nohut kadar ve mercimekten büyük bir sırça kırığıyla sıyrılmış, sanki bir zafar boncuğu gibiydi" Ebu Nuaym "Delail"de İbnü Abbas'dan rivayetinde fındık kadar; İbnü Merduye'nin rivayetinde koyun gübresi kadar. Keşşaf ve daha bazı tefsirlerde İbnü Abbas'ın bunlardan birazını Ümmü Hani'nin evinde bir hafîz (ölçek) kadar cez'ı zafârî gibi bir kırmızılıkla çizgili olarak görmüş olduğu da nakledilmiştir. Bu taşların birer boncuk kadar sert ve çizgili olarak
taşlaşmış olan katılığını bir ifade vardır ki, siccilin kuvvetli ve ağır mânâsını da açıklamış oluyor. Âyette bu taşların hacimleri hakkında bir açıklama yoksa da "hıcâreten" kelimesinin nekre olmasından bilinmeyen bir takım taşlar olduğu, siccilden de sertlikleri ve öldürücü oldukları, ifadenin siyakından bunların görülmüş oldukları anlaşılıyor. Böyle nohut ve fındık kadar bir dolu yağmuru bile açıkta ansızın yakaladığı insanları telef ettiği malumdur. Şu halde açıkta bulunan bir orduya böyle gökten uçaklarla makineli tüfek bombardımanı yapar gibi alay alay kuşlarla fırlatılan fevkalade taşların isabeti altında kalanların hali ne olacağını siz de tasavvur edebilirsiniz.”
-Taşlarla ilgili bu rivayetler mevcuttur. Peki bunlar, kuşlar tarafından atıldığına inanıldığına göre bu kuşlarla ilgili rivayetler yok mu?
-Olmaz olur mu? Var tabii.
Øİkrime ve Katade, bu kuş sürülerinin Kızıldeniz tarafından geldiklerini söylerler.
ØSaid b. Cübeyr ve İkrime, bu kuşların daha önce hiç görülmediklerini, daha sonra da görülmediklerini belirtirler. Bu kuşlar Necid'de bulunan kuşlardan değillerdi.
Øİbn Abbas, bunların gagalarının kuşlar gibi, ama pençelerinin köpek pençeleri gibi olduğunu söyler.
Øİkrime, başlarının av kuşlarına benzediğini söyler. Yaklaşık olarak bütün raviler müttefiktirler ki, her bir kuşun gagasında bir taş pençelerinde ise iki taş vardı.
Görüldüğü gibi rivayetler muhtelif. Atış serbest. Gabya taş atmaktan daha kolay ne var, mesuliyet hissi yoksa. İşte İslam âlemini kısırlaştıran rivayetler. Bunlar da okunmalı ama akıl ve Kuran süzgecinden geçirilmeden asla hiç birisine inanılmamalı.
-Peki bu taşları atan neydi, bunlar nerden geldi?
- Bence taşları atan bu uçanlar, Mekke’nin çevresini kuşatmış olan volkanik dağlardan gelmektedir. Büyük bir ihtimal ile ordu, müzdelife ile Mina arasındaki El-müğammis vadisine vardıkları sırada karşıdaki dağlardan birisinde volkanik bir patlama olmuş, bir yanal bacadan eğik top atışı gibi lavlar püskürtülmüş, bunlar da havada yoğunlaşarak kızgın taşlar halinde üzerlerine düşş, bu püskürmeler ard arda gelmiş, isabet alan asker, yakıcı taşı üzerinden uzaklaştırmakla uğraşırken bir yenisi ile karşılaşmış, böylece de kendisine kalkanını siper etmeye vakit bulamamıştır. Şayet bu taşlar soğuk olsaydı, herkes kalkanlarını siper tutarlar, mercimek veya nohut büyüklüğündeki taşlardan dolayı pek etkilenmezlerdi. Bu kızgın taşlarla meydana gelen yaraların öyle sıcak bir bölgede kolayca enfekte olacağı herkesin malumudur. Bu gün gibi mikroplarla mücadele imkanların sıfır olduğu bir ortamda onların ne duruma geleceği de malumdur.
-Derseniz ki, ALLAH bunları mercimek büyüklüğündeki taşlarla öldüremez mi? Ben de derim ki, taşsız de öldürebilir. Biz Allah’ın gücünü tartışmıyoruz, bu olayın nasıl gerçekleşmiş olabileceğini tartışıyoruz. Çünkü ALLAH, her şeyi, koymuş olduğu tabiat kanunu dahilinde yapar. Allah, koymuş olduğu tabiat kanununu ikide bir değiştirmez, fil ordusunu helak edebilmek için buna gereksinim de duymaz. Bunları helak etmek için henüz yer yüzünde olmayan yeni bir tip kuş sürüsü yaratıp göndermeye de gerek yoktur. Nasıl ki diğer helak ettikleri kavimleri tabii bir felaket ile helak etmiş ise, bunları da öyle tabii bir felaket ile helak etmiştir. [En doğrusunu Allah(cc) bilir]
 
اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
35/43. Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar?Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.
-Bu sürenin nüzulünden 42-43 sene gibi kısa bir süre önce vukua gelmiş olan bir olay hakkında tarihi bilgiler neden bu kadar yetersiz olabiliyor diyebilirsiniz ?
-Bunun sebebi şudur: Bu olay olurken Mekke halkı dağlarda saklanmış vaziyetteydi. Dolayısıyla Eshab-i Filin başına gelen felaketin ne olduğunu görebilecek durumda değillerdi. Ancak onlar, Mekke’ye döndükten sonra Fil ordusunun arta kalan ölü ve yaralılarını görebilmişlerdir. Gerek dil farklılığı ve gerekse aralarındaki husumetten dolayı yaralılardan bilgi almak olayın nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışmak pek mümkün olmamıştır. Taşlardan yaralanmış olduklarını belki görmüşlerdir ama, taşın nereden geldiğini, neyin attığını görmeleri ve bu konuda bilgi sahibi olmaları mümkün değildi. Onun için, taşlarla helak edildiğine ve taşların büyüklüğüne dair rivayetler olduğu halde, taşların menşei ve geliş şekline ait en ufak bir bilgi ve rivayet yoktur. Sadece ayette geçen “tayr” kelimesine dayandırılarak yukarıda değinilen tutarsız atmasyonlar hariç.
-Bir de şu soru akla gelebilir: Fil neden Kâbe tarafına yürütülemedi de yönü başka tarafa çevrilince koşarak gidiyordu?
- Bunun cevabı şöyle olabilir: Bilindiği gibi deprem veya volkanik patlamalardan önce yer altında bir takım hareketler ve fay hatlarında kaymalar olur. Bu yer altı hareketlerini hayvanlar, önceden his ederler ve buna karşılık bir takım anormal hareketlerde bulunurlar. Büyük bir ihtimal bunda da aynı sebepten dolayı fil, volkanik patlamanın olacağı tarafa gitmek istememiş, aksine oradan kaçmak istemiştir.
VERİLEN MESAJ:
Bu sure-i şerife, müşriklerin, Müslümanlığı ve Müslümanları kendi menfaatleri için büyük bir tehlike olarak görerek tehditle, işkenceyle hatta öldürerek Müslümanları ve Müslümanlığı ortadan kaldırmaya teşebbüs ettikleri bir sırada nazil olmuştur. Onlara fil eshabının başına gelenler hatırlatılarak deniyor ki; “ey Mekke ehalisi, ey haktan ve hukuktan rahatsız olanlar, Beytimi yıkmaya gelenlere ne yaptığımı gördünüz, şimdi siz de aynen onlar gibi, putlara değil, sizi ve kâinatı yaratan sizi rızıklandıran, her çeşit nimeti veren Rabbinize tapın diyen Resulümü ve ona tabi olanları ortadan kaldırmaya kalkışıyorsunuz. Bundan vaz geçmezseniz bilin ki sizin de sonunuz onlarınkinden farklı olmayacaktır, aklınızı başınıza toplayın” denmektedir.
Aynı şekilde Resulüne ve müminlere de müşriklerin insafına bırakılmayacağını, gerektiği anda kendilerine yardım edileceği müjdesi verilmektedir. Keza aynı müjde günümüz Müslümanları için de geçerlidir, yeter ki ona layık olabilelim.

Her şeyin en doğrusunu ALLAH bilir. Bizimki bir yorumdur, yanlışlık varsa o, bizim hatamızdır. Allah’ın sözünde yanlışlık olmaz.

Kayaların volkanik taş yapısında oluşlarına dikkat çekmek isterim.
 
__________________
EN'ÂM SÛRESİ
(51) Kendileri için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir şefaatçi bulunmaksızın, Rab'lerinin huzurunda toplanmaktan korkanları, Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar diye, onunla (Kur'an ile) uyar.
  
   
   



 
 
Facebook beğen
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol